11 Aralık 2008 Perşembe

Şişmanlamamanın altın kuralları

Aktivite önerileri
Güne erken başlayın, 7-8 saatten fazla uyumayın, uyandıktan sonra yatakta kalmayın. Asansör yerine merdiven kullanın, hızlı tempoyla yürümeye çalışın. Haftanın 4-5 günü egzersiz yapın, pasif yerine aktif jimnastiği tercih edin. Aktif ve hareketli kişilerle birlikte olmaya özen gösterin. Hafta sonlan için aktif planlar yapın. Ayakta durmaya ve yürümeye daha fazla zaman ayırın. Bir şey getirip götürmek için çocuklarınızı kullanmayın. Her gün yarım saatten daha az televizyon seyredin.

Beslenme önerileri
Acıkma duygusunun bastırılması için salatalık, domates, marul gibi düşük kalorili yiyeceklerin tercih edilmesi, her gün sebze ve meyve yemeye dikkat edilmesi, yemekler için küçük, yağsız salatalar için ise büyük tabak kullanılması da öneriler arasında yer aldı.

Alışveriş önerileri
Çarşıya, yemekten sonra, tok karnına çıkın, alışveriş listenizden fazlasını almayın, hazır yiyecekleri satın almayın, yanınızda fazla para bulundurmayın, yeme isteği uyandıran televizyon programları ve reklâmları izlemeyin.

Viagra hakkında bilmeniz gereken 10 şey

Bu küçük mavi hap pek çok insanın cinsel hayatının ayrılmaz parçası oldu.

İşte bu mucizevi ilaç hakkında bazı bilgiler:

1. İlk olarak Pfizer tarafından çıkarılan baklava şeklindeki tabletlerin etkin maddesi sildenafil. Dünya ilaç tarihinde en hızla genişleyen satış rakamına bu ilaç ulaştı.

2. Viagra cinsel arzu uyandırmıyor ve ancak ‘partnerini cinsel olarak arzulayan’ erkeklerde ereksiyon sağlıyor. Bu nedenle, cinsel gücüne Viagra sayesinde kavuşan pek çok erkek, ‘cinsel yönden arzulayabilecekleri’ genç kadınlar uğruna eşlerinden boşandı. Viagra boşanmaları adı verilen bu süreç, feministleri çılgına çeviriyor.

3. Türkiye’de ilk başlarda ‘doktor heyeti’ raporunu istinaden yazılan reçeteyle verilen Viagra, bugün artık reçetesiz satın alınabiliyor. Amerika ve İngiltere gibi Viagra’nın reçeteye tabi olduğu ülkelerde ise online ilaç satışı yoluyla Viagra satışları gerçekleşiyor. Diabet ve tansiyon hastalarının Viagra’yı doktor kontrolünde kullanması tavsiye ediliyor.

4. Online yoldan satılan viagraların pek çoğu sahte. Batı’da ‘sahte viagra’ satışının önlenmesi için Viagra satışlarının reçetesiz hale getirilmesi konusu da tartışılıyor.

5. Viagra bir tedavi, sertleşme bozukluğu ise bir semptom. Sertleşme bozukluğunun kardiyo vasküler bir bozukluktan dolayı ortaya çıktığı durumda, doktora danışmadan viagra kullanan erkekler, kalp rahatsızlığını görmezlikten gelmiş olabiliyor. Bu durumda yaşanan kalp krizlerinin sorumlusu Viagra değil, kullanıcının zaten mevcut olan kalp sorunları oluyor.

6. Vigrayı greyfurt suyuyla almak kandaki sildenafil seviyesinde ufak bir yükselmeye neden olabilir. Aynı şekilde karpuzda bulunan sitrülin maddesi de vücut tarafından arjinin maddesine çevriliyor ve bu maddenin vücuttaki etkisi Viagranın etkisine benziyor.

7. Viagra’nın en çok rastlanan yan etkileri, başağrısı, göz kararması ve göz kararması. 2005 ve 2007 yıllarında Amerikan Federal İlaç Dairesi, Pfizer’i uyararak kullanıclara Viagra’Nı körlük ve sağırlığa yol açabileceği uyarsında bulunmasını istedi. Kalp rahatsızlığıyla ilgili ilaç kullananlar veya nitrat bileşiği içeren maddelerle birlikte alındığında Viagranın tehlikeli yan etkileri görülebiliyor.

8. Viagra her ne kadar ereksiyon sağlıyorsa da Belfast’taki Queen’s Üniversitesi’nden Dr.David Green’in yaptığı bir araştırmaya göre Viagra sperm hücrelerinin ‘dölleme’ yeteneğini düşürüyor. Ancak Viagra kullanan erkelerin pek çoğu zaten artık çocuk sahibi olmak istemeyen bir yaş grubunda oldukları için, bur durum ciddi bir sorun olarak görülmüyor.

9. Viagra’nın kategorisi içinde değerlendirilebilecek Sextasy, Poke ve Vitamin V gibi ilaçlar kokain ve eskstazi’nin etkisini dengeleme işlevi görüyor. Ama Viagra’yı amil nitratlarla karıştırmak ani tansiyon düşmelerine yol açabiliyor ki bunu sonucunda kalp krizi riski yüksek. Viagra’yı asla uyuşturucuyla birlikte kullanmamak gerekiyor.

10. Viagra, cinsel gücü pekiştirmek açısından erkeklerde o kadar garantili bir etkiye sahip ki bir tür psikolojik bağımlılık yaratabiliyor. Normalde ereksiyon bozukluğu yaşamayacak bile olsalar, bazı kullanıcılar ‘her ihtimale karşı’ viagra almayı sürdürüyorlar. Bu bağımlılıkla mücadele etmek için www.viagraholics.com sitesini ziyaret etmeniz tavsiye olunur.

http://www.haberturk.com/haber.asp?id=101154&cat=220&dt=2008/10/06

8 Aralık 2008 Pazartesi

Alerji Hastalığı

Vücudun, bazı madde veya hava şartlarından etkilenmesi yahut psikolojiketkenler sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Önce, alerjiye neden olanetkenleri bulmak gerekir. Alerjinin belirtileri de şahsa göre değişir.


Kiminde kaşıntı, kiminde kurdeşen, kiminde astım görülür. Hasta, eğerbazı maddelerle temasından dolayı alerji oluyorsa, o maddeninuzaklaştırılması ile mesele kendiliğinden çözümlenmiş olur. İnsanların, çok sayıda tehdide karşı korunmak üzereyaratılmış çok karmaşık bir savunma sistemi vardır.


Bu tehditler arasında mikroorganizmalar örn. bakteriler, virüsler ve parazitler, kimyasal maddeler ve hatta kanser yer alır. Bu savunma sistemi ya da tıbbi adıyla bağışıklık sistemi, karmaşık bir biçimde birlikte görev yapan farklı tipte ve çok sayıda hücrelerden ve özel proteinlerden oluşur ve kendi hücrelerimizi öz zararlı hücrelerden yabancı ayırt edebilmemizi ve dolayısıyla anormal ya da saldırgan hücreleri yok etmemizi sağlar. Bununla birlikte, bazen bağışıklık sistemi zararsız maddelere karşı da tepki gösterir ve sonuçta oluşan alerjik reaksiyon çevre dokulara zarar verir. Alerjik reaksiyon, bağışıklık sisteminin normalde zararsız olan maddelere aşırı tepki vermesidir ki, bunun sonucunda rahatsızlık oluşturan ya da yaşamı bile tehdit eden etkiler görülebilir. Alerji terimi bazen herhangi bir hastalığı tanımlamak için kullanılır. Bu terim, bu kitapta çok daha kesin olarak, bağışıklık sisteminin normalde zararsız olan bir maddeye karşı artmış ya da abartılı yanıtı anlamında kullanılacaktır. Bağışıklık sisteminin farklı öğeleri arasında lökositler akyuvarlar, dalak, lenf düğümleri, timus bezi ile solunum yolu ve barsakların iç yüzeyini kaplayan tabakada yer alan çok sayıda küçük bez yer alır. Çok sayıda farklı hücre tipi arasında lenfositler, nötrofiller, eozinofiller, mast hücreleri ve makrofajlar vardır. Bunların hepsi de lökositlerce üretilen protein yapısındaki haberciler hormonlar tarafından kontrol edilir. Bağışıklık sisteminin başlıca amacı bizi, zaman zaman öldürücü de olabilen mikroorganizmalara karşı korumaktır. Bunlardan biri, örneğin kızamık virüsü ya da stafilokok bakterisi vücuda ilk defa saldırdığında, yüzeylerindeki bazı protein molekülleri antijen nedeniyle lenf düğümleri, akciğerler ya da kalın barsaktaki hücreler bunları yabancı olarak belirler ve lenfositlerin dikkatine sunar. Lenfositlerin bir türü T lenfositi, antikor adı verilen ve belli bir hedefe kilitlenen proteinleri üretmesi için diğer hücreleri B lenfositi uyaran protein yapısındaki habercileri üretir. Bu antikorlar vücuda giren saldırgan hücrelerin üzerindeki antijenlere uygun olmak ve bağlanmak üzere özel olarak üretilir. Hedefe vardıklarında, saldırgan hücreye giren ve onu öldüren katil hücrelere sinyal gönderirler. Farklı bir antijenle her karşılaşıldığında özel olarak buna karşı antikorlar üretilir ve vücut bunların milyonlarca farklı çeşidini üretebilir. Bir antijeni tanımaya ve ona karşı ilk antikoru üretmeye duyarlılaştırma sensitizasyon adı verilir. Vücut yanıtının tam gücüne erişmesi birkaç gün alabilir. Bununla birlikte, bağışıklık sisteminiz hayatınızın sonuna dek zararlı mikroorganizmaları hatırlayabilir ve aynı organizmanın tekrar saldırması durumunda onu hemen tanır. Vücudun diğer organlarının hiçbirinde beyin hariç bellekte tutma özelliği bulunmaz. Aynı mikroorganizmanın tekrar saldırması durumunda, antijenleri tanınır tanınmaz, T lenfositleri, saldırgana karşı özgül belleği olan B lenfositi grubuna kimyasal mesajlar gönderir mesajı alan bu hücreler hızla çoğalarak zararlı hücreleri öldürmeye yardım eden çok miktarda antikor üretir. Diğer lökositler akyuvarlar de, ilgili bölgeye kan akışını artıran ve kan damarlarını daha geçirgen hale getiren histamin ve lökotrienler gibi kimyasal maddeler üretir. Bu da, saldırgan hücreleri yiyerek yok edebilen makrofajlar gibi diğer lökosit tiplerinin söz konusu bölgeye kolayca ulaşmasına olanak verir. Bu süreçle ilgili kanıtı, ciltteki bir yara enfekte olduğunda gözleyebiliriz. Bölge, artan kan akışı nedeniyle kızarır, şişer ve bağışıklık yanıtı sürecinde üretilen bazı kimyasal maddelere bağlı olarak sıcak ve ağrılı hale gelir. İşte, bu sürece enflamasyon adı verilir. Sizde alerji gelişmesinin nedeni, bağışıklık sisteminizin virüs, bakteri ve parazitlere ait antijenlere karşı mükemmel iş görmesine karşın, tamamen zararsız olan başka antijenlere karşı da tepki vermesidir. Bu antijenler alerjenler olarak bilinir. Alerjenler, bağışıklık siste miniz tarafından yanlışlıkla tehlikeli olarak görülür ve onlara karşı bağışıklık yanıtı oluşturulur. Bu yanıta alerjik reaksiyon denir ve sizde de alerji gelişir. Alerjinin gelişmesinde iki evre vardır. Bunlardan ilkine duyarlılaştırma denir. Bu süreç bağışıklık sisteminin herhangi bir alerjenle karşılaşması ve zararsız olmasına rağmen ona karşı antikorlar üretmesi sürecidir. Bu antikorlar bizi solucan, yassı solucan, amip gibi parazitlere karşı koruyanlarla aynı türdendir ve immün globülin E ya da kısaca IgE olarak bilinir immün globülin, antikora verilen bir diğer isimdir. Parazitler, virüs ve bakterilerden çok daha büyüktür ve vücudun onlardan kurtulabilmek için alternatif yollar bulması gerekmiştir. IgE, mast hücrelerine ve bazofillere bağlanabilme özelliğiyle diğer antikor türlerinden ayrılır. Bu akyuvarlar lökositler, parazitleri öldürebilecek güçte olan ve bir alerjenin hücre yüzeyindeki IgEye bağlanması durumunda salıverilen binlerce toksik granül içerir. Duyarlılaştırma sonrasında bağışıklık sistemi alerjeni hatırlar ve yeniden karşılaştığında onu tanır. Duyarlılaştırma süreci herhangi bir semptoma yol açmadığından siz neler olup bittiğini fark etmezsiniz. Vücudunuz bir antijenle ilk karşılaştığında her zaman duyarlı hale gelmez alerji gelişmeden önce yıllarca bir maddeye karşı tepkisiz kalabilir. Bir kez duyarlılaşınca, bu alerjenin çok az bir miktarı bile alerjik reaksiyona yol açabilir. Alerjen, mast hücrelerinin ve bazofillerin yüzeyindeki IgEye bağlanır ve toksik granüller salıverilir. Bunlar histamin gibi tahriş edici güçlü kimyasal maddeler ve bir dizi farklı enzimler içerir. Reaksiyon, parazitlerin yol açtığı bir enfeksiyonun sonucuysa, bu kimyasal maddeler vücuda giren mikroorganizmaları öldürmeye ve sindirmeye yardım eder. Ancak, bağışıklık sistemi polen gibi zararsız bir alerjene karşı harekete geçerse, bu maddeler yararlı bir amaca hizmet etmez, tersine dokulara kan akışının, kılcal damarlardan sızıntının ve lokal tahrişin artmasına yol açar. Bunun sonucunda, etkilenen bölgede sıcaklık, kızarıklık, kaşıntı, şişlik ve su kıvamında aşırı salgı üretimi oluşur. Ek olarak, akciğerlerdeki hava yolu kasları ve barsak kaslarının kasılması sonucu hışıltılı solunum, nefes darlığı, kramp tarzı karın ağrısı ve ishal ortaya çıkar. Bu, alerjiyle ilişkilendirdiğimiz belirtilerin görüldüğü süreçtir. Bir kez alerji gelişince, vücudunuz bu alerjenle her karşılaştığında, alerjen miktarı çok küçük olsa bile, alerjik bir reaksiyon oluşacaktır. Ancak reaksiyon, her seferinde tam olarak aynı olmak zorunda değildir. Alerjik reaksiyonun tipini ve yaygınlığını bir kaç şey etkileyebilir. Bunlar arasında reaksiyona girenalerjen miktarı, vücudunuzun neresinin alerjenle temas ettiği, alerjik reaksiyonunuzu güçlendiren başka unsurların varlığı örn. yüksek miktarda hava kirliliği ve hatta o anki sağlık durumunuz yer alır. Yaşlandıkça, alerjiler güçlenebilir ya da zayıflayabilir. KİMLERDE ALERJİ GELİŞİR? Bazı kişilerde alerji gelişirken diğerlerinde gelişmemesinin nedenini bilmesek de alerjilerin ailesel bir temeli olduğu kesindir. Bu kalıtımsal alerji eğilimine atopi adı verilir. Atopi, alerjik bir hastalık gelişmesine yönelik kalıtsal bir yatkınlığın olmasıdır. Yakın gelecekte atopiden sorumlu genlerin gen, DNAdan oluşan genetik kodumuzun küçük bir kısmıdır belirlenmesi olasıdır. Atopik kişiler, çevrelerinde alerjen olarak etki gösterebilen maddelere temas ettiklerinde aşırı miktarda alerji antikoru IgE üretebilirler. Atopi kalıtımsal olmakla birlikte, çevresel faktörler de alerjik bozuklukların gelişmesinde rol oynar. Bir aileden tüm fertlerin, hatta tek yumurta ikizi olan kardeşlerin ikisinin birden aynı ölçüde etkilenmemesinin nedeni budur. Yaşamın erken evrelerinde, hatta muhtemelen gebelik döneminde de bazı faktörler, anne babanızdan size geçen alerji genlerinin dozuyla el ele vererek alerji gelişip gelişmeyeceğinin belirlenmesinde rol oynar. Yaşamın erken evresinde görülen bu faktörler arasında alerjenle ilk temas etme zamanı ve bu temasın büyüklüğü yer alır ne denli atopik olursanız olun herhangi bir alerjenle hiç temas etmediyseniz sizde alerji gelişmez. Çocukluk çağının erken evrelerinde geçirilen viral enfeksiyon sayısının da bir etkisi olabilir. Bu enfeksiyonların alerjiye karşı koruyucu bir etkisi varmış gibi görünmektedir. Gebelik sırasında ve yaşamın erken evrelerinde sigara dumanına aşırı maruz kalma, kişinin atopik olma riskini artırır. O halde, sigara içen, evde kedi besleyen, atopik annebabadan doğan, doğumu polen mevsimine denk gelen, yaşamının ilk aylarını iyi izole edilmiş çift camlı bir evde geçiren ve yaşamının erken evrelerinde çok miktarda alerjik gıda içeren bir beslenme rejimi uygulanan bebeklerde alerji gelişme riski oldukça artar.

Güneş kremini ovalayarak sürmeyin!

Yapılan araştırmalar, güneş kremini ovalayarak vücuda yaymanın kremin etkisini azalttığını ortaya çıkardı.
İngiltere merkezli The Restoration of Appearance and Function Trust adlı derneğin yaptırdığı bir araştırmanın sonucu: Güneş kremini ovalayarak vücuda yaymak etkisini azaltıyor.



Yarardan çok zarar getiriyor
Araştırmada, kansere yol açan güneş ışınları ve bu ışınlara maruz bırakılan dokular incelendi. Buna göre, güneş kremini ovalayarak sürmenin yarardan çok zarar getirdiği, kremin koruma özelliğini azalttığı ortaya çıktı.




Araştırma grubunun başkanı Dr. Rachel Haywood, Bir çok kişi, kremi vücuda yedirmeyi tercih ediyor. Bunun daha hoş göründüğü görüşündeler. Ancak bu şekilde kremin koruma özelliğini en az indiriyorsunuz diye konuştu.

Deneyler de bunu kanıtlıyor
Araştırma ekibi, estetik ameliyatlardan artan derileri, laboratuvar ortamında suni güneş ışığına maruz bırakmış.

Bunun ardından, serbest radikaller diye anılan dokulara hasar veren partiküllerin seviyesi ölçülmüş. Erken yaşlanma ve kansere neden olan UVAdan doğrudan etkileri gözlenmiş.

İşte, güneş kremi vücuda yedirildiğinde, genellikle kırışıklarda ya da ter bezlerinde birikiyor ve sıfır koruma sağlıyor.

Güneş altında çok kalmayın!
Üstelik güneş kremi UVAdan olmasa da cildin kızarmasına neden olan UVBden koruma sağlıyor, bu durum cildinin yanmadığını gören insanları güneş altında daha fazla zaman geçirmeye itiyor.
Uzmanlar, güneş kreminin yeterli olmayabileceğini, güneşin en kızgın olduğu 11:00 ve 15:00 saatleri arasında mümkün olduğu ölçüde doğrudan güneşe maruz kalınmaması konusunda uyarıyor.

İngilterede her yıl cilt kanserinden iki binden fazla insan hayatını kaybediyor.

Kanser Hastalığına Genel Bir Bakış

Kanser, kötücül urların anormal bir şekilde çoğalmasına verilen addır. Klinik özellikleri ve tedaviye gösterdikleri tepki açısından birbirinden son derece farklı çeşitli durumlara verilen genel ad...

Bütün kanserlerde ortak olan özellik, bir hücre tipinin denetimsiz biçimde çoğalması ve normal dokuları kaplamasıdır. Bunun nedeni, hücre DNAsında iki aşamada gerçekleştiği sanılan değişikliklerdir.

19. yüzyılda "beyaz ölüm" diye nitelendirilen verem, Ortaçağda "kara ölüm" diye nitelendirilen veba, ondan önce de cüzzam gibi, günümüzün toplumunda da kanser, insanların çoğunluğu tarafından en çok korkulan hastalıklar öbeğidir. Teşhis ve tedavi yollarının araştırılması, "kanserbilim" onkoloji diye adlandırılan tıp dalının alanıdır.

1980 yıllarının ortalarında dünyada her yıl yaklaşık 6 milyon yeni kişinin çeşitli kanserlere yakalandığı ve 4 milyondan çok kişinin kanserden öldüğü bildirilmiştir. Söz konusu verilerle, en yaygın öldürücü kanser biçimi mide kanseriyken özellikle Asyada, günümüzde, gelişmekte olan ülkelerde sigara içmenin yaygınlaşması dolayısıyla, akciğer kanseri hızla tırmanmış ve en çok ölüme yol açan kanser biçimi haline gelmiştir. Özellikle Çinde ve Japonyada hızla artış gösteren üçüncü en büyük öldürücü kanser türü, meme kanseridir. Listede dördüncü sırada yeralan kanser çeşidi de, daha çok yaşlılarda görülen kalınbağırsak kanseridir.

Hem erkeklerde, hem kadınlarda en çok görülen kanser çeşidi, deri kanseridir; onu erkeklerde prostat kanseri, kadınlarda meme kanseri izlemektedir. Buna karşılık, gerek erkeklerde, gerek kadınlarda, ölümlerin çoğunluğuna akciğer kanseri neden olmaktadır. Kan kanseriyse, çocuklarda en yaygın kanser tipidir. Son yirmi-otuz yıl içinde, ortalama ömrün uzamasıyla nüfusun içindeki yaşlı sayısının artmasına, aynı zamanda da sigara içenlerin çok büyük sayıda artmış olmasına özellikle kadınlar arasında bağlı olarak, kanser hastalıklarının sayısında gözle görülür bir artma olmuştur. Bazı uzmanlar, sigara kullanımına toptan son verilmesi durumunda, akciğer kanserinden ölümlerin 20 yıl içinde ortadan kaldırılabileceğini ileri sürmektedirler.

Kanser tıpta büyük bir hastalık grubunun en saldırgan ve genellikle öldürücü olan biçimlerini anlatmak için kullanılan genel bir terimdir.Bir ur ya da neoplazma tek tek hücrelerin büyümesini ve metabolizmasını yöneten biyolojik mekanizmalara ve canlı organizmanın bütününü kapsayan hücre etkileşimlerine tam olarak uymadığı için,nispeten özerk diye tanımlanır.Ur kelime anlamı olarak sertleşen oluşum anlamına gelir.Bazı urlar türemiş oldukları dokudan daha hızlı biçimde büyürler,bazılarıysa bir kitle haline gelmektedir.Hücrelerdeki urlar yeni hücrelere aktarılırlar bu yüzden kalıtımsaldırlar.Urlar yalnız çok hücreli organizmalarda görülürler bakteriler gibi tek hücreli organizmalarda görülmezler.Urlar iki çeşittir:

İyi huylu urlar

Bunlar tehlike oluşturmayan hücrelerdir genellikle damar şişkinliği kas şişkinliği şeklinde görülürler.Ancak bazen aşırı şekilde büyüdüğünde diğer organları sıkıştırabilir ve alın ması gerekebilir.

Kötü huylu urlar

Diğer ismi ile kanser: Hücreler vücuda yabancılaştığından hücreyapıları değişir, başkalaşır ve çok hızlı bölünerk yani çoğalarak çevresindeki hücre ve dokuları tahrip eder. Kanserli hücreler kan veya lenfyolları ile başka bölgelere gider ve oralarda yavru hücreler metastaz oluştururlar.

a.Karzinom carcinoma: Bunlar yabancılaşan deri hücreleri, mukoza hücreleri ve beze hücrelerinde oluşur.

b.Sarkom sarcom: Bunlar yabancılaşan aradoku hücrelerinden fibrosarkom, kemik hücrelerinden osteosarkom, kas hücrelerinden miyosarkom ve yağ hücrelerinden liposarkomları oluştururlar. Lösemi yani kankanserinin oluşumu ise çok farklıdır.

Nedenleri

Kanser yapıcı maddeler kanserojen madde olarak adlandırılmaktadır.Bunlar kimyasal, biyolojik, fiziksel etkenlerdir. Genel sebepler

* Dengesiz beslenme 35
* Sigara 30
* Enfeksiyon hastalıkları 10
* Mesleki nedenler 4
* Alkol 3
* Çalışma yerinin tozlu ve pis olması 2
* Gıdalara konan katkı maddeleri 1

Kimyasal etkenler

Kansere yol açan kimyasal maddelerin, molekül yapıları çeşitlidir; başlıcaları arasında karmaşık karbonhidratlar, aromatik aminler ve bazı metaller, ilaçlar, hormonlar ve yosunlar ile bitkilerde doğal olarak oluşan kimyasal maddeler sayılabilir. Nitrozaminlerin basit organik azot oksitleri çoğu kanser yapıcıdırlar ve insan bedeni içinde üretiliyor olabilirler. Hidrokarbonlar ve nitrozaminler, sigara dumanının içinde bulunan maddelerdir ve sigara içenlerde akciğer kanserinin ortaya çıkmasını kolaylaştıran kanser yapıcı etkenleri bu maddelerin oluşturdukları düşünülmektedir.

Bazı aromatik aminler,özellikle de 2-naftil- amin, başlangıçta kumaş, vb. maddeleri boyamak için boya sanayisinde kullanılırken, işçilerde idrar kesesi kanserine yol açtığının anlaşılmasından bu yana, kullanılmamaktadır. Bir başka sanayi kimyasal gazı olan vinil kloridinin, bu gazın etkisinde kalan işçilerde gelişen karaciğer kan damarları sarkomuyla ilintisi belirlenmiştir.

Kanser tedavisinde kullanılan bazı alkilleyici etkenleri kapsayan birkaç ilaç da kanser yapıcıdır; bununla birlikte, söz konusu ilaçlardan, kanser hücrelerinin DNA zincirlerini koparmak, böylece hücreleri öldürmek için yararlanılmaktadır normal hücrelerde kansere neden olan etken de bu aynı nitelikleri taşır. Yaşdönümü menopoz sonrasında kadınlara verilen yüksek östrojen bir dişilik hormon grubu düzeyleri, kadınlarda dölyatağı kanseri olasılığını artırmakta, bu sorunu önlemek için, yaşdonümüne girmiş kadınlara östrojen, projesteronla birlikte verilmektedir. Aspergillus adlı mantar türü tarafından üretilen karmaşık bir molekül olan aflatoksin B, çeşitli kanserlere, özellikle de karaciğer kanserine yolaçar. Arsenik içeren bazı tuzların da, deri ve karaciğer kanseriyle ilişkili oldukları düşünülmektedir.

Dış görünüşleriyle birbiriyle ilgisi olmayan bunca çeşitli kimyasal yapının, ortak bir mekanizmayla kanser yapabilecekleri James ve Elizabeth Millerın 1960 yıllarındaki çalışmalarıyla ortaya konmuştur. Söz konusu araştırmacılar, kimyasal kanser yapıcı maddelerin kanser yapıcı etkilerini gösterebilmek için, önce, hücre makromolekülleriyle , özellikle de DNAyla doğrudan tepkimeye girme yeteneği bulunan etkin ya da "sonul" bir biçime metabolize olmaları gerektiğini ortaya koymuşlardır. Başka araştırmalar da, normal hücreden bir kanser hücresinin oluşmasının, o hücrenin DNAsındaki kimyasal ya da yapısal bir değişmenin sonucu olduğu yolundaki varsayımı güçlendirmiştir.

Biyolojik etmenler

Birçok hayvan ve insan kanseri ile çeşitli asalaklar arasında ilişki kurulmuş olmakla birlikte, tam mekanizmaları öğrenilememiş ya da kanıtlanamamıştır. Sözgelimi, oldukça sık rastlanan şistozoma hastalığına neden olan kan yapraksolucanlarının, daha sonra, özellikle Mısırda çok rastlanan idrar kesesi kanserine yol açtığı sanılmaktadır. Ama, en açık biçimde belirlenmiş kanser yapıcı etkenler, aşağı yapılı hayvanlarda yaygın bir biçimde urlar oluşmasına yol açan kan-seryapıcı virüslerdir. Bu virüslerden yalnızca birkaçının bazı insan kanserleriyle ilgili olduğu anlaşılmış ve en az birinin bir kan kanseri biçimine neden olduğu kesin olarak kanıtlanmıştır.

Bazı papilloma virüsleri ile "Epstein-Barr virüsü" adı verilen ve enfeksiyöz mononükleoz hastalığına yol açan bir uçuk herpes virüsü, insan kanserleriyle ilgisi belirlenmiş virüsler arasındadır. Afrikada yaygın olarak rastlanan Burkit lenfoması adlı kötücül ur ile.Çinde yaygın olarak görülen bir boğaz-burun kanserine de, söz konusu uçuk virüsünün yol açtığı düşünülmektedir. Bir virüs enfeksiyonuyla ilgili bir başka insan kanseri de, bazen B tipi karaciğer iltihabını hepatit-B izleyen bir tür karaciğer kanseridir.

Bir insan kanseri ile bir virüs arasında kurulan bir başka bağıntı da, T-hücresi lösemisi ile HTLV-1 adı verilen bir retrovirüs arasındakidir; bu kanser Japonya, Antil adaları ve Amerika Birleşik Devletleri in güneydoğusunda, yaygındır.

Kanser yapıcı virüsler, genom yapılarına göre DNA ve RNA virüslerine ayrılabilir. DNA virüsleri temelde, kendi genetik bilgilerini doğrudan doğruya konaklarının hücrelerine sokarlar, buna karşılık Epstein-Barr virüsünün konak hücresinin çekirdeğinde, konak DNAsın-dan ayrı olarak, "plazmit" adı verilen bir çekirdek maddesi biçiminde birçok kopya halinde bulunabilir. Öte yandan, HTLV-1 gibi RNA virüslerinde, genetik bilgilerin, önce, virüs tarafından sağlanan "karşı aktarıcı" re-verse transkriptaz adlı bir enzimle DNAya şifrelenme-si gerekir.

Kanser yapıcı virüslerin bütün biçimleri, virüsün etkilediği hücrenin kanserli bir hücreye dönüşmesi için gerekli bir ya da daha çok geni içerirler. "Onkogen" kanser yapıcı gen adı verilen bu tür genler en iyi; kanser yapıcı RNA virüslerinin genomlarında ayırt edilir. Günümüzde birçok onkogenin, bulaştıkları hücrelerin normal hücre genomlarında kendileriyle çok yakın akraba karşılıkları bulunduğu belli olmuştur. Bununla birlikte, virüs onkogen biçiminin farklı bir yapısı vardır ve herhangi bir mekanizma tarafından etkin duruma getirilerek anormal bir biçimde davrandığı ve hücrenin kanserli hücreye dönüşümüne yol açtığı sanılmaktadır. Bazı kanser yapıcı virüsler, normal hücrelerde bulunan, "C-onkogenler" diye adlandırılan karşılıklarını, birkaç mekanizmadan biriyle etkinleştirip, bunun sonucunda kanserli hücreye dönüşmenin ortaya çıkmasına yolaça-bilirler. Kimyasal maddelerin ya da ışınımın ya da her ikisinin etkisinin, C-onkogenlerin etkinleşmesine yol açan benzer mekanizmalar oluşmasına neden oldukları sanılmaktadır.

Fiziksel etkenler

Morötesi ışınım ve yüksek enerjili öbür ışınımlar, insan ve hayvan kanserlerine yol açabilirler. Güneşin morötesi ışınımlarının etkisi altında kalmak ile deri kanserinin ortaya çıkması arasında, karşılıklı bir bağıntı vardır. Işınımların neden olduğu kanserler arasında, kan kanserinin yanı sıra, tiroyit, meme, mide, dölyatağı ve kemik kanserleri de sayılabilir. Bu nedenle, röntgen ışınları gibi atışılmış teşhis araçları, incelenen kişinin aşırı ışınım altında kalmamasına özen gösterilerek kullanılır; hekimlerin, ayrıca, morötesi ışınımlar yayan lambaları solaryumlarda, vb. kullanan kişileri de, aşırı ışınım altında kalmamaları konusunda uyarmaları gerekir.

Deri altına plastik ya da daha başka filmler ya da diskler yerleştirilerek deney hayvanlarında kanıtlandığı gibi, fiziksel olarak uyarılmış sarkomlar üretilebilir. Bu disklerin yaşamının yaklaşık yarısı süresince hayvanda kalmasının ardından, genellikle çevresinde sarkomlar gelişir. Oysa disk deri altına takılmadan önce yapısı belirgin bir biçimde değiştirilirse, hiçbir ur gelişmez. Dolayısıyla, kansere neden olan, diskin kimyasal bileşimi değil fiziksel yapısıdır.

Akciğerlerin mezotel örtüsünü tahriş eden, insanlarda ve hayvanlarda mezotelyomlar oluşmasına yol açan inorganik bir billur olan asbestte de benzer bir durum söz konusudur. Bu inorganik bileşiğin kanser ya; özellik taşıması için, belirli bir billur yapısının bulunması gerekir ve bu billur yapısının yıkılması ur oluşmamasını sağlar.

Aşamalar

Kanser apansız gelişerek hastanın durumunun hızla bozulmasına neden olabilir ya da yıllarca yavaş yavaş ilerleyebilir.Yavaş ilerleyen kanserde kişi durumunun farkında olmayabilir bu yüzden tedavide geç olur.Amerikan kanser derneği kanserin 7 temel uyarı işaretini belirtmiştir:

* Bağırsak ve idrar kesesi işleyişinde değişiklik
* Olağan dışı kanama ya da akıntı
* Memede veya başka bir yerde kalınlaşma ya da şişme
* Sindirim bozukluğu ya da yutkunma güçlüğü
* İnatçı ses kısıklığı ve ya kalınlaşması
* sindirim ya da yutkunma güçlüğü
* Bir siğil ya da et beninde gözle görülür değişiklik

Başlaması ve yükselmesi. Kanserin gelişmesinde genel özelliklerden biri, kansere yol açıcı etkenin ilk etkisinde kalış ile kanserin ortaya çıkışı arasında geçen uzun süredir. Hemen her kansere yol açıcı etmen çeşidinde, kanserin belirti vermediği bir dönem vardır. 1940 yıllarının sonlarından başlayarak, bazı araştırmacılar, kanserin gelişmesindeki ilk aşamaları ya da doğal tarihçesini tanımlamışlardır. Fare derisi üstünde yapılan klasik bir deneyde, bir etkenin bir kez uygulanması, kötücül ur oluşmasına yol açmış, buna karşılık ardından ikinci bir etkenin birkaç kez uygulanması, urların gelişmesine yol açmıştır. İlk etkenin yol açtığı başlama, geri dönüşsüz bir olgudur ve bir hücrenin içine bir kez girmesini aylar ya da yıllar sonra yükselme izleyebilir. Yükseltici etkenlerin kendileri kötücül ur oluşmasını uyarmaz ve ilk etmenin yol açtığı başlangıcın tersine, yükselme geriye dön-dürülebilen bir olgudur: Yükseltici bir etkenin uygulanması kısa .aralarla değil de, uzun aralarla tekrarlanırsa, her iki olguda toplam aynı yükseltici etken kullanılmış olduğu halde, hiçbir kötücül ura yol açmaz. Ayrıca, yükselme, beslenme rejimi, hormonlar, çevre etkenleri ve hücre yaşlanması gibi etkenlerle değişikliğe uğratılabilir. Başlama ve yükselmeden oluşan bu iki aşama, birçok dokulardaki kanser gelişmesinin doğal gelişmesinde genel olgudur. Yalnızca karaciğer kanserini yükselten fenobarbital ve idrar kesesi kanseri için özgül gibi görünen sakarin gibi bazı yükseltici etkenler, doku özgüllüğü gösterirler. İnsanda, alkollü içkiler, bedendeki katı yağlar ve sigara dumanındaki bileşik, yükseltici etkenlerdir.

İlerleme. Bir urun başlaması ve yükselmesi oluştuktan sonra, iyicil biçimden kötücül biçime, düşük derecede kötücül bir urdan, hızla büyüyen, son derece kötücül bir ura doğru ilerleyebilir. Bir kanserin ilerlemesi, bir hücrede, bir ya da daha çok sayıda kromozomda önem taşıyan bir ya da daha çok anormallik Ortaya çıktığı, ardından hücre aşırı ölçüde büyüdüğü ve çoğaldığı zaman oluşur.

C-onkogenlerin etkinleşmesinin en kolay biçimde gösterilebileceği aşama, ilerleme aşamasıdır. Ayrıca, uru baskılayıcı genlerin yok edilmesi ve/ya da etkisizleştirilmesi, bu ilerleme evresinde, ya kromozomların ya da kromozom kesimlerinin özel yitimi ya da değişmesi sağlanarak, ya da genetik çokbiçimliliğinin rekombinant DNA teknolojisiyle incelenmesiyle gösterilebilir. Kanser ilerlemesinin başlıca bölümü, metastazdır. Metastazda, ilk kötücül urda oluşan hücreler, kan dolaşımı ya da lenf sistemi aracılığıyla ya da cerrahi girişim gibi bazı yollarla yayılabilir ve böylece ikincil ur büyümeleri oluşturur. Bu metastaz urları, aşağı yukarı istisnasız biçimde, kromozom anormallikleri sergilerler ve genellikle hastanın ölümüne yol açarlar. Bir ilk kötücül urdan milyonlarca hücrenin metastaz yapmasına karşılık, ancak birkaçı, bedenin çeşitli yerlerinde metastaz bozunları oluşturur.

Bazı urlar "duraklar" ve kötücül olma yönünde ilerlemeye koyulmadan önce, yıllarca belirti vermez durumda kalabilirler. Bazılarıysa, iyice ilerleme aşamasına girmeleri ve metastaz göstermeleri durumunda bile, büyümeleri durabilir ve hastanın geri kalan ömrü boyunca belirtisiz kalabilir. İnsanda bu tür bir ur örneği, genellikle çocukluk sırasında ortaya çıkan bir ur olan böbreküstü bezi nöroblastomudur.

Korunma

Kanserden korunma, herhangi bir başka hastalıktan korunma gibi, nedenleri ve doğal gelişmesi konusunda edinilmiş bilgiye dayanır. İnsanlardaki kanserlerin büyük çoğunluğu belki de 80 ya da 90ı çevreyle bağlantılıdır; bu yüzden, söz konusu çevre etkenlerinin ortaya çıkarılması ve ortadan kaldırılması ya da denetim altına alınması, kanserin önlenmesine en mantıklı yaklaşım olarak görülmektedir.

Kansere yol açan etkilerin ortaya çıkarılması için iki yöntem, geniş çapta kullanılmaktadır. Etkenin bakterilerde değşinime yolaçma yeteneğini hızla ölçen Ames testi, 90dan fazla etkilidir ve kansere yol açabilecek etmenlerin gerekirse bu etmenler daha sonra denek hayvanları üstünde denenir ortaya çıkarılmasında geniş çapta kullanılmaktadır.

Kanser yapıcı kimyasal maddelerin hayvan testleriyle ortaya çıkarılması, masraflı olmasına karşılık, belirli bir etmenin kansere yol açıp açmadığından emin olmanın tek yoludur.

Virüs enfeksiyonlarıyla birlikte görülen insan kanserlerinin özellikle de Epstein-Barr ve hepatit-B virüsleriyle birlikte görülen kanserlerin aşıyla önlenmesi, kuramsal açıdan olasıdır; ama henüz önemli sayılabilecek ölçüde geliştirilmemiştir. Güneş ışığının, deri kanserinin en büyük nedeni olması düşünülmekle birlikte, bu kanser çeşidinin yüksek oranda tedavi edilebilmesi nedeniyle, ciddi koruyucu çabalar, oldukça yakın bir tarihte gösterilmiştir. Bu tür çabalar, özellikle, güneş ışığının yol açtığı tedavisi güç ve ender bir deri kanseri biçimi olan kötücül ur tedavisi yönünde yoğunlaştırılmıştır. X ışınları, gamma ışınları, vb. yüksek enerjili ışınım etkisinde kalmayla bağlantılı insan kanserleri, ışın tedavisi sırasında alınan önlemler nedeniyle, çok daha az yaygındır.

Kansere yol açan çevre etmenlerinin kanserin doğal gelişme sürecinin yükselme aşamasıyla çok sıkı biçimde ilişkili olduğu sanılmaktadır. Sözgelimi, kadınlardaki meme kanserinin, beslenme rejiminde yağ alımıyla ilgisi olduğu ve akciğer kanserine sürekli olarak uzun süre sigara içmenin neden olduğu açıktır. Sigara dumanı, başlatıcı birçok etken içermekle birlikte, sigarayı bırakmak, bir yıl kadar sonra, kansere yakalanma olasılığının düşmesine yol açmaktadır. Hastalığın görülme sıklığı,yükseltici etkenlerin sürekli etkisi nedeniyle sürekli biçimde sigara dumanı almakla doğrudan doğruya ilişkilidir.Özet olarak akciğer kanseri sigarayı bırakmakla meme kanseri de beslenme rejiminde yağ ve kalorileri azaltmakla önlenebilir.

Teşhisi ve Tedavisi

Kanser tedavisinin başarılı olması için, teşhisin, çoğunlukla, hastalığın doğal gelişmesinin erken bir evresinde, özellikle de kanserin metastaza doğru ilerlemesinden önce konulması gerekir. Bütün insan kanserlerini birbi-çimli olarak saptayabilen bir test bulunmamasına karşın, çeşitli kanserleri erken teşhis etmek için bazı yöntemler geliştirilmiştir. Bunlar içinde en üstün olanı, teşhis amaçlı hücrebilimin, özellikle de dölyatağı boynu kanserinin varlığını belirlemek için 50 yıl kadar önce Yunanlı hekim Georghios Papanicolau un geliştirdiği PAP TESTİdir. Bu tarama işleminin yerleşmesinden bu yana, dölyatağı boynu kanserleri ile endometriyum kanserlerinden ölüm oranı önemli ölçüde azalmıştır.

İdrar kesesi, meme, akciğer, mide ve yemek borusu kanserleri de çeşitli hücrebilim yöntemleriyle erken teşhis edilebilir. Kanser "markerleri" yani serum, idrar; vb. beden maddelerinin örneklerinde laboratuar yöntemleriyle kolayca saptanan biyaokimyasal etkenler de kullanılmıştır. Prostat kanserinde asit fosfataz gibi bazı enzim etkinlikleri de, erken teşhis olanağı sağlamıştır.

Kadınlarda erken meme kanseri taramasında, röntgen taraması eskiden göğüs röntgeniyle yapılırken, günümüzde meme röntgeniyle mamografi yapılmaktadır. Kalın bağırsak kanserinin erken teşhisi için dışkıdan kan arama testleri de hızla yaygınlaşmaktadır.

Cerrahi ve ışın tedavisi

Bütün tarama tekniklerinde, varılan "kanserli" sonuçlarının, kabul edilmiş teşhis ölçütleriyle doğrulanması gerekir; en yaygın kullanılan teşhis ölçütü, kanserin bir patoloji uzmanı tarafından mikroskop aracılığıyla teşhisidir. Bu teşhiste kullanılacak örneğin elde edilebilmesi, genellikle cerrahi girişim gerektirir. Şüpheli bir kötücül urun ya da bir.parçasının teşhis amacıyla alınmasına, "biyopsi" adı verilir. Bir biyopside urun kötücüllüğünün anlaşılmasıyla, kesin tedavi yöntemi hemen saptanabilir.

Kanserin cerrahi girişimle ameliyat alınması, en eski, en klasik tedavi yöntemidir. Tedavi amaçlı cerrahi girişim, ister iyicil, ister kötücül olsun, hiçbir metastaz belirtisi bulunmayan ilk urlara uygulanır. Metastaz bozun-ları varsa, bedendeki kanserli doku kitlesinin miktarını azaltmak amacıyla, ilk uru ve bazı metastaz urlarını çıkarmak için de cerrahi girişim uygulanabilir. Bu ikinci cerrahi uygulama, başka tedavi çeşitlerinin hazırlığı niteliğindedir ya da kan dolaşımının engellenmesi, bağırsakların tıkanması, kanserin sinir gövdelerine yayılması nedeniyle şiddetle ağrı gibi özel bozuklukları hafifletmek amacıyla yapılır.

Kobalt-60ın yaydığı gamma ışınları ya da X-ışınları . kullanılan ışın tedavisinin röntgen tedavisi başarısı, ışınım kaynağına ve kötücül urun, ışınımın öldürücü etkisine duyarlılığına bağlıdır. Kötücül lenfomalar, kan kanserleri ve karsinomların çoğunluğu, göreceli olarak, en azından bu tür tedavilerin ilkinde, ışınıma duyarlıdır. Işın tedavisindeki önemli sorun, ışınımı, sağlıklı dokuya en az zararla, en etkili biçimde vermektir.

Kimyasal tedavi İlaç tedavisi

Kötücül urların çoğunda, metastaz yapmaları durumunda, cerrahi tedavi ve çoğunlukla da, ışın tedavisi, iyileşmeyi sağlayamamaktadır. Enfeksiyon hastalıklarında olduğu gibi, olanak varsa, hastanın hastalıktan bütünüyle kurtarılması gerekir. Söz konusu kötücül urların çoğunda, tam anlamıyla iyileşme çok ender olmakla birlikte, kimyasal tedavi kemoterapi de denir yani kimyasal maddelerle tedavi, birçok hastada, özellikle çeşitli kanser biçimlerine tutulmuş çocuklarda, etkin yaşam süresini uzatmaya yardımcı olmaktadır. İlaçlara yanıt veren ilerlemiş kanserler arasında, çocuklarda ivegen lenfositli kan kanseri, birtür kötücül lenfoma olan Hodgkin hastalığı, Ewing kemik sarkomu ve VVilliam böbrek uru sayılabilir.. Bütün bu kanserlerde ortaközellik, hızlı büyümedir. Genellikle, bir kanserin ilaç tedavisine yanıt vermesi, urun büyüyen kesimine, yani herhangi bir zamanda bölünme süreci içinde olan hücrelerin yüzdesine bağlıdır. Hızla büyüyen kanserlerin, büyüyen kesimleri büyüktür; dolayısıyla, kanser tedavisinde kullanılan ilaçların hücre öldürücü sitosidal ve hücre bölünmesini durdurucu sitostatik etkilerine, hücre topluluğunun büyük bir yüzdesi duyarlıdır.

Kanser tedavisinde yeni ilaçların araştırılması ve geliştirilmesi uzun ve sıkıntılı olmuştur. Kansere karşı ilaçların geliştirilmesi, araştırılmakta olan ilacın seçilmesi, etkililiğinin hayvan sistemlerinde taranması, ilacın bedendeki etkilerinin incelenmesi ve hastalarda kapsamlı denemeler gibi aşamaları kapsar. Bazı hormonlar, özellikle de steroyit cinsellik hormonları ile böbreküstü kabuğu hormonları, çeşitli mikroorganizmalar tarafından doğal olarak üretilen antibiyotikler, cezayirmenek-şesi çiçeğinden çıkarılan vinblastin ve vinkristin de dahil bitki alkaloyitleri, alkilleyici etkenler yani doğrudan DNAyla tepkimeye giren kimyasal maddeler ve yapı bakımından normal metabolizma bileşenlerine benzeyen, onlarla bazı metabolizma işlevlerinde rekabet eden böylece normal metabolizma yollarının daha çok kullanılmasını engelleyen metabolizma bileşenleri karşıtları, insan kanserinin ilaçla tedavisinde etkisi görülmüş başlıca bileşiklerdir.

Farklı ilaçlar, farklı mekanizmalar aracılığıyla iş görür ve hücreleri farklı zamanlarda farklı biçimlerde etkilerler; ayrıca, bu ilaçlardan bazıları, birlikte kullanıldıklarında, birbirlerinin etkisini artırdıkları için, daha iyi sonuçlar verirler. Bu nedenle, kanserin ilaçla tedavisinde, günümüzde çoğunlukla, aynı anda birçok ilaç birden kullanılmaktadır. Bu birçok ilaçla tedavi, karmaşık olmakla birlikte, çeşitli kanserlerin, özellikle de kan kanserinin, Hodgkin hastalığının, erbezi ve yumurtalık kanserlerinin tedavisinde başarılı olmuştur. Ek üstünlüklerinden biri de, kanserin çeşitli ilaçların birarada kullanımına dirençli duruma gelmesinin, daha yavaş olmasıdır. Oysa belirli bir kanseri tedavi etmek için tek bir ilaç kullanıldığında, kanserin tedaviye dirençli duruma gelmesi çok daha çabuk olur.

Kanser hastalığının tedavisi konusunda bazı alternatif tıp yöntemleri uygulanmaktadır. Bu yöntemler kanser ilaçlarının ve tedavilerinin hammadesini oluşturan bitki ve hayvan ekstraktlarıdır. Bu yöntemle kürabıl olarak nitelendirilemeyen birçok kanser tedavisine yardımcı olarak alınan bu ürünler immün sisteminin kuvvetlendirilmesine yardımcı olmaktadır. Köpekbalığı yağı, lesitin, C vitamini bunlara örnek olarak verilebilir.

Varikosel

Varikosel testislerdeki kanı boşaltan venlerin toplardamar genişleyip varisleşmesidir. Toplardamarların iç yüzeyinde kan dolaşımını düzenleyen kapakçıklar işlevlerini yitirmiştir ve kanı boşaltamamaktadır...

Puberte sonrası erkeklerin yaklaşık yüzde 10-20 sinde görülür. Kısırlık infertilite şikayeti olan erkeklerin ise yaklaşık yüzde40 ında varikosel mevcuttur. Sekonder infertilite şikayeti olan erkeklerde önceden en az bir çocuğu olan ancak şimdi kısırlık şikayeti çeken ise bu oran yüzde 80 lerin üzerine çıkmaktadır.

Varikosel her iki testiste de görülebilir. Ancak anatomik komşulukları dolayısı ile sol testiste görülme oranı yüzde 85, sağ testiste görülme oranı ise yüzde 15 civarındadır. Bir taraftaki varikosel genellikle diğer testisi de etkilemektedir.


Belirtiler: Varikosel çoğu zaman hiçbir belirti vermez. Ancak bazen aşağıdaki belirtiler görülebilir:

Testislerde ağrı
Testislerde küçülme
Testislerde dolgunluk hissi
İnfertilite kısırlık
Gözle görülebilen genişlemiş damarlar
Ele gelen genişlemiş damarlar

Varikoselin neden kısırlığa sebep olduğu konusunda henüz kesin bir bilgi yoktur. Ancak genişleyen damarların testislerde sebep olduğu ısı artışının sperm üretimini olumsuz etkilediği, genişleyen damarlarda biriken kanda anormal konsantrasyonlara ulaşan böbreküstü bezi ve renal ürünlerin sperm oluşumunu olumsuz etkilediği, yine bazı metabolik ürünlerin artması ve oksijenlenmenin azalmasının sperm üretimini olumsuz etkilediği gibi birtakım teoriler mevcuttur.

Tanı: Bazen hastalar testislerinde gördükleri veya ayakta iken ellerine gelen genişlemiş damarlar sebebi ile doktora gelirler.Doktor tarafından yapılacak elle muayene ile genellikle teşhis konur. Bazen ultrasonografi gerekebilir.

Bütün varikoselli hastalara 4 günlük cinsel perhizden sonra sperm tahlili spermiogram yapılıp sperm sayısı, hareketliliği ve şekilleri araştırılmalıdır. Hastaların yaklaşık yüzde70 inde sperm yoğunluğu ve hareketliliği azalmış, şekilleri bozulmuştur. Bu hastalarda yüksek oranda kısırlık görülür.

Tedavi: Kısırlık şikayeti olan varikoselli erkeklerde, çok yoğun ağrı şikayeti olanlarda ve testislerinden biri diğerine göre anlamlı küçülme göstermiş varikoselli erkeklerde cerrahi tedavi önerilir.Cerrahi tedavi de varisli venler bağlanır. Basit bir ameliyattır ve genellikle hastane de yatmayı gerektirmez. Ameliyattan 3 ay sonra sperm üretiminde düzelme görülmeye başlar.Sperm tetkiki ameliyattan sonraki 3-6. ayda yaoılmalıdır. Sperm üretimindeki düzelme ameliyat olan hastaların yüzde70 inde görülür.

Ameliyat geçiren hastaların ancak yarısı ilk bir-iki yıl içinde baba olabilmektedirler.

Hipertansiyon

Hipertansiyon basit olarak yüksek kan basıncı demektir. Kan basıncı ya da daha doğru söylemek gerekirse kanı kalpten dokulara taşıyan damarların kan basıncı, hastaya ait özellikler yaş, cinsiyet, ırk gibi ve fiziksel durumdan istirahat, efor gibi etkilenen bir parametredir...

Bu nedenle de normal kan basıncı değerlerini belirlemek gerçekte oldukça güçtür.Bugün kabul edilen kan basıncı değeri istirahat halindeki normal bir yetişkinde 120/80 mmHg dırmilimetre civa. Herhangi bir kişide kan basıncı uyku sırasında düşük, sinirli ya da heyacanlıyken yüksektir. Genellikle de normalin üst sınırı olarak kabul edilen değer 140/90 mmHgdır milimetre civa. Kanı kalpten dokulara taşıyan damar kan basıncı devamlı olarak 140/90 mmHg üzerinde seyrediyorsa hipertansiyondan bahsedilir.

Kan basıncı aynı birey içinde ve bireyler arsında farklılık gösterir. Bu nedenle bireyin kan basıncı kan basıncının sfigmomanometre ile ayrı ayrı zamanlarda en az 3 kez ölçülmesi yapılıp ortalaması alınarak belirlenmelidir.

Hipertansiyon kalp hastalıkları için ana bir risk faktörüdür. Eğer tedavi edilmezse beyin dolaşımı, kalp, damar ve böbrek hastalıkları için ciddi hastalık ve ölüm oranlarında artışa sebep olur. Bir kez teşhis yapılıp tedavi başlanırsa artan kan basıncı düşürülebilir, kalp ve kalp dolaşım sistemindeki hastalık riski azaltılabilir.


Hipertansiyonun Yaygınlığı Nedir?

Sanayileşmiş ülkelerdeki yetişkin nüfusun 10-20 kadarında hipertansiyon bulunduğu hesaplanmaktadır. Sınırda hipertansiyon vakaları da katılırsa bu oran kuşkusuz daha yüksektir. Kişinin yaşı, cinsiyeti ve ırkı hipertansiyon sıklığı konusunda belirleyici faktörlerdir. Hipertansiyon siyah ırkta ve kadınlarda daha çok görülmektedir.

Kişi yaşının hipertansiyona olan katkısı öncelikle damarlarda yaşlanmaya eşlik eden anormalliklerdir. Bu durum özellikle de kanı kalpten damarlara taşıyan damarlardaki esneklik kaybı ile açıklanabilir. Ancak yaşla hipertansiyon arasındaki bu bağlantıya bazı ilkel toplumlarda hiç ratlanmamaktadır. Bu durumda etkili faktörün "uygarlaşma" ve bununla bağlantılı yaşam biçimi olduğu söylenebilir: örn. tuz kullanımı, aşırı beslenme, sedanter yaşam fazla hareket göstermeksizin devamlı oturuşa bağlı, stres, vs.


Hipertansiyon Riskleri

Hipertansiyon ciddi bir durumdur. Hipertansiyon, kendi başına öldürücü değildir; fakat tedavi edilmediğinde hipertansiyonun sonuçları öldürücü olabilir. Hipertansiyon kalbi zorlayarak kalp yetmezliğine neden olabilir. Üstelik ateroskleroz ve bunun yol açabileceği iskemik kalp hastalığı belli bir bölgede kan akımının kesilmesi nedeniyle oluşan geçici kansızlık; bölgesel anemi rizikosunu önemli ölçüde arttırır. Buna ilaveten, hipertansiyonlu hastalar kanama ve beyindeki kan damarlarının trombozuna pıhtılaşma®inme diğerlerinden daha kolay yakalanırlar. Hipertansiyon ayrıca koroner arter hastalığınada büyük katkıda bulunur ki, bu hastalık sanayileşmiş toplumlarda ölümlerin başlıca nedenlerinden biridir. Bahsettiklerimizin hepsi tedavi edilmeyen hipertansiyonun sonuçları olup hipertansiyona bağlı morbidite hastalık, mortalite ölüm büyük bir bölümünü oluşturur.


Hipertansiyonun Sınıflandırılması

Hipertansiyon sıklıkla nedenine göre sınıflandırılır. Buna göre iki tip vardır.
esansiyel primer hipertansiyon
sekonder hipertansiyon
Hipertansiyon vakalarının yaklaşık 90ı, neden etiyoloji bilinmediğinden primer ya da daha doğru bir deyimle "esansiyel" hipertansiyon olarak adlandırılır.

Hipertansiyon vakalarının geriye kalan bölümüne, yani yaklaşık 10una bu durumun nedeni bilindiğinden "sekonder " hipertansiyon denir. Böbrek kökenli olan renal hipertansiyon bunların en yaygın olanıdır.


Sekonder Hipertansiyon

Bu tipte yüksek kanbasıncı, bilinen bir etiyolojiden hastalıktan kaynaklanmaktadır. Neden olan hastalık tedavi edildiğinde hipertansiyon düzelir.

Böbrek hastalığı: Renal hipertansiyon olarak adlandırılır. Varolan bir böbrek hastalığı kan basıncının yükselmesine neden olur.

Endokrin hastalıkları: Endokrin sistemi etkileyen hastalıklar kan basıncını da etkiler, çünkü adrenal bezler çeşitli kan basıncını kontrol eden mekanizmaları düzenler.

İlaçlar: Bazı ilaçlar, örneğin kortikosteroidler, oral kontraseptifler aldosteron sekresyonu ve plazma reninini arttırarak, nazal dekonjestanlar, amfetamin, tiroid hormonları, NSAID, soğuk algınlığı ilaçları, siklosporin, eritropoetin, iştah kesiciler, trisiklik antidepresanlar, MAO inhibitörleri, alkol günde 70-100 mL civarında alkollü içki alınması hipokalemik alkalozla birlikte hipertansiyona neden olur kan basıncının yükselmesine neden olurlar. Bu ilaçların bırakılması ile kan basıncı normale döner.


Diğer Sebepler


Aort koarktasyonu: aortun doğuştan dar olması
Gebelik toksemisi: hipertansiyon, albuminüri, ödem ile karakterize, gebeliğin ikinci yarısında oluşan bir hastalık.
Beyin tümörü ya da lezyonu: intrakraniyel basınca yol açarak kan basıncının hızla yükselmesine neden olur.

Esansiyel Primer Hipertansiyon

Hipertansiyonun bu en yaygın şekli, bilinen nedenlere bağlı değildir. Bu hipertansiyonun ortaya çıkış faktörleri hakkında kesin bilgimiz mevcut değildir. Ayrıca hipertansiyonun başlangıcında rolü olan patogenetik faktörlerin sayısıda çoktur. Hipertansiyon, kalp dolaşım sistemi, noröendokrin, renal sistemi içeren multisistem bir bozukluktur ve güçlü genetik faktörleri içerir. Bu faktörlerden birine ya da bir başkasına farklı derecelerde önem veren çok sayıda ve farklı patogenetik teoriler öne sürülmüştür.

Esansiyel hipertansiyon ayrıca bazı risk faktörleri ile de ilgidir. Bu faktörler hipertansiyonu daha yaygın ve/ya da daha şiddetli yapmaktadır.
sıvı ve hacim kontrolünde değişiklikle sonuçlanan renal işlev değişikliği
renin-anjiyotensin-aldosteron sisteminde anormallik
arteriol duvarlarında artmış sodyum ve tuz
baroreseptörlerin yeniden düzenlenmesi
diyetteki tuz miktarının yüksek olması
anormal psikolojik uyarı
ırk
cinsiyet
yaş
diabetes mellitus
aile hikayesinde hipertansiyon
hiperlipidemihiperkolesterolemi
sigara içimi
obesiteşişmanlık

Hipertansiyonun Derecesi

Hipertansiyon az ya da çok bilinen nedenlere dayanan sınıflandırılmasına ek olarak şiddet derecesine göre de sınıflandırılabilir.

Arteryel hipertansiyon tipi Kan basıncı düzeyi
Sınırda 140/90-160/95
Hafif 160/96-160/105
Orta Şiddette 161/106-180/115
Şiddetli 180/115 üzeri


Buradaki sınıflandırmaya göre en sık karşılaşılan tip sınırda ve hafif hipertansiyondur.